ZOR

12.10.15

Ne akıl almaz günler yaşıyoruz. Cumartesi gününden beri okuduklarım, duyduklarım, gördüklerim içimi parçalıyor. Sabah en son şöyle bir cümle okudum: "Cenazesini bulabilenin sevindiği ülke" Ölümü o kadar kabullendik ki artık, razı olduğumuz şey cenazeyi bulabilmek. Kim bu kadar vahşice ölmeyi hakeder? 
Orada yaşananlar kimin aklından çıkar? Üzerine insan parçalarının düşmesi ya da cesetlere basmamak için yürüyememe.. Hangi psikoloji kaldırır bunu? 
Bir adli tıpçının yazısında şöyle yazıyordu: Terörizm amaçlı bir patlamadan sonra, en çok da ölen insan sayısından bahsedilir. Ancak asıl etkisi ölü sayısından çok arkada kalanlarda görülür. Patlama ile ölenlerin yakınlarındaki travmalar, patlamadan sağ ya da yaralı çıkmış insanların o can pazarında parçalanmış insanları gördüğünde yaşadığı travmalar, hayat boyu ruhi ve bedensel sakat kalanlardan kimse bahsetmez. Hele o kadar insanın öldüğü bir bombalamada, sokakta kaç kuş, kedi, köpek öldü kimse saymaz...
Çok acı... Yaşanılanlar nasıl unutulur bilmiyorum. Can güvenliğimizin olmamasını içime sindiremiyorum. Metroya binmeyin, kalabalığa girmeyinle can güvenliği mi sağlanır? İşe gitmek için elbette bunlardan birini kullanacağız. Ölümün ne zaman, nasıl geleceğini bilmiyorken paranoyak gibi evden mi çıkmayacağız? Ne yapacağız? 
İçime sindiremediğim başka bir şey de bu kadar kötü bir olayda dahi birlik içinde olamamamız. Artık çok sıkıldım ocu, bucu, bizden değilcilerden... İçinde bir gıdım insanlık olmayanlardan. Ölüye acaba kimlerdendi diye bakandan.. Bizler ambulans sesi duyunca içimizden inşallah iyileşir diyen, camide her hangi bir cenaze namazı kılınırken Allah rahmet eylesin diyen insanlar değil miyiz? Belki o insanlar da kötü ama o an bunu sorgulamak saçma değil mi? Acılarımızı yarıştırdıkça, ayrıştıkça daha beter ölüyoruz...

Sabah Levent Kırca'nın ölüm haberini aldık. Çocukluğumuzun simgeleri birer birer eksiliyor. O'nun bugün gidişinin tesadüf olmadığına inanıyorum ben. Bir kaç gün önce demiş ki: Dik durun. Adil olun. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle. Atatürkle kalın, Cumhuriyetle kalın, hoşçakalın! 
Vasiyet gibi sözlerini bugün o kadar çok duyduk ki televizyonlarda, ders olsun diye, umutsuzluğu bırakın diye bugün öldü sanki.. Çünkü ben hiç bu kadar umutsuz olduğumuzu hatırlamıyorum. Gerçekten artık herşeyin sonuna gelmiş gibiyiz. 
Yazmadan geçemeyeceğim sabah başsağlığı yorumlarında "Levent Kırca inanmayan biriydi, nasıl mekanı cennet olsun dersiniz. Mekanı cennet olacaksa biz inanların nasıl bir artısı olacak." yazmış birisi. Cahillik, sevgisizlik diz boyu.. Nasıl bir gelecek, nasıl bir son bekliyor bizi acaba? 

3. AY

7.10.15

İçin avaz avaz ağlarken, dışının sessizce kabullenmesidir sabır denen şey. Sabır...  
İyi görünüyorum, soranlara iyiyim diyorum. Acım yüzümden görünsün istemiyorum. İyi niyetli teselliler iyi gelmiyor çünkü. İçimde o kadar ses var ki, dışarıdaki sessizlik en iyi gelen şey bana.  

DÖRT KİTAP

3.10.15

Konstantiniyye Oteli ve Kabil Haziran ayında okuduğum kitaplardı ama yazmak bugüne kısmet oldu. 
Zülfü Livaneli ne yazsa okurum, çünkü anlatımını çok seviyorum. Konstantiniyye Oteli için bazı olumsuz yorumlar okumuştum. Bence gayet Livaneli romanıydı, yani "bu kez olmamış" tarzı eleştirileri hakketmediğini düşünüyorum.
Sadece kitabın cildi ve sayfaları çok kalitesizdi. Plajda rahat okunsun vs. diye sayfaları inceymiş sözde. Bu kadar 'ince' düşünülüyor madem biraz da fiyatı düşük olsaymış iyi olurmuş.
Kabil, okuduğum ilk Jose Saramago kitabı. Hemen sarıyor diyebileceğim bir kitap değil hatta ilk başlarda zorlandım biraz ama sonradan farklı anlatımını sevdim. Çok kısa bir kitap. Din, kader, inançlar gibi aslında ciddi konuları ele alsa da gülümseyerek okunuyor.
Kayıtsızlık Şenliği'nden aklımda kalan ve bence kitabı anlatan cümle: 
"Tek kurtuluş biraz şaka, biraz kayıtsızlık"
 Günübirlik Hayatlar, Irvin Yalom kitabı. Henüz bitirmedim ve biraz yavaş ilerleyebiliyorum. 
Seversem hakkında yeniden yazarım.